Tarih boyunca insan doğası hep merak edilmiş, bu konuda çeşitli araştırmalar yapılmış ve insanoğlunun mevcut ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı sorusuna cevap aranmıştır. Şu anda aklımıza gelen bütün bilim dallarının temelinde sınırsız kabul edilen insan ihtiyaçlarının sınırlı kaynaklar ile karşılanması planlanmıştır. Fakat bu konuda sormamız gereken soru: İnsan ihtiyaçları gerçekten sınırsız mıdır? Başka bir deyişle, insanlar ihtiyaçları karşılandığı ölçüde mi mutlu olurlar?
Bu soruların cevapları bizleri 1940’lı yıllara, insan kaynaklarının doğumu olarak kabul edilen ve insanın bir üretim fonksiyonu olarak görülmekten çıkıp, psikolojik ve sosyal bir varlık olarak değerlendirilmeye başlandığı günlere götürmektedir. O yıllarda başlayan ve günümüze kadar devam eden süreçte insan doğası ve ihtiyaçlarıyla ilgili birçok araştırma yapılmış ve bugün insanlara hem kendilerini anlamalarını hem de çevresindeki insanları daha objektif değerlendirmelerini sağlayan önemli teoriler ortaya çıkmıştır.
İnsan ihtiyaçları ile ilgili en popüler çalışma Amerikalı bir Psikolog olan Abraham Maslow’un 1943 yılında yayınlanan “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi”dir. Maslow’a göre insanların beş temel ihtiyacı vardır. Bunlar;
1- Fizyolojik ihtiyaçlar,
2- Emniyet ihtiyaçları,
3- Sevgi, şefkat ve ait olma ihtiyaçları,
4- Takdir, saygı ihtiyaçları,
5- Kendini gerçekleştirme ihtiyacı
Maslow’a göre insan, ihtiyaçları karşılandığı oranda doyuma ulaşır ve motive olur.
Takip eden yıllarda yapılan bilimsel çalışmalar, bazı küçük farklılıklar dışında Maslow’un yaklaşımı ile paralellik göstermiştir.
Konuyla ilgili farklı bir yaklaşım spritüel alandan gelmiştir. Dünya üzerindeki bütün inanç sistemlerinin ve spritüel öğretilerin ortak görüşü insanın “beden-zihin-ruh” dengesinin huzurun ve içsel doyumun anahtarı olduğudur. Başka bir deyişle, güçlü ve sağlıklı bir bedene sahip olan, ruhunu olumlu ve yapıcı inançlarla besleyip, zihnini uyanık tutan insanlar bu doğal dengenin sonucu olarak kalıcı doyumu ve motivasyonu elde edeceklerdir. Spritüel öğretilere göre beden-zihin-ruh, üçlü ve bütünsel bir dengedir ve bu üç olgu birbirini besler. Bu öğretilerin temelinde; insanın ihtiyaçlarını karşılamasının ötesinde, ihtiyaçlarını azaltıp, sahip olduğu değerler için şükretmesi ve kendi ihtiraslarından uzaklaşıp sadece üretkenlik için çalışması yatar.
Sonuç olarak mutluluğun kesin ve değişmez bir formülü olmadığı, insanların ihtiyaçlarını tamamen karşılamaya çalışarak mı, yoksa ihtiyaçlarını azaltarak mı mutlu olacakları, kişilerin hayata bakış açılarına göre değişiklik gösterecektir. Ama değişmeyecek bir gerçek var;
Hepimiz kendimizi diğerlerinden farklı görmeye ve mutluluğu aramaya devam edeceğiz. Bu konuda bazen hedefimiz iyi bir kariyer, bazen mutlu bir aile hayatı veya ilgi alanımızda başarı sağlamak olacak. Bunların hepsi bizi hayatta birey olmaya ve doyuma yaklaştıracaktır şüphesiz ama günlük rutinimizde geçmişte yaptığımız hataları, gelecekteki hedeflerimizi düşünürken kaçırdığımız “şimdi”nin de farkında olmamız, hırslarımızın ve pişmanlıklarımızın etkisinden kurtulup bulunduğumuz yerde bütün varlığımızla mevcut olmamız bizleri yaşamla daha çok bütünleştirecektir.
“Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti, yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür.”
Ali Emrah ÖZER – Mayıs 2007
Comments